UMUT KIRINTILARI - ARZU METLİ

                                                               UMUT KIRINTILARI     
       İstasyona vardığında trenin hareket etmesine  beş dakika kalmıştı Her şeyden uzaklaşması için sadece birkaç dakika daha sabretmesi gerekiyordu. Zaten yıllardır bugünü beklemiyor muydu? Sabrının sonuna yaklaşmış, bahsi geçen; var olduğuna inanılan selamete ulaşmasına az kalmıştı.

       Trendeki koltuğuna geçip oturması gerekiyordu, nasılsa önünde uzun bir yolu ve düşünecek çok zamanı vardı. Gideceği her yere yaşadıklarını da götüreceğini biliyordu yine de buralardan uzaklaşması gerektiğinin farkındaydı. Tebdil-i mekânda ferahlık olup olmadığına, kendisi yaşayarak karar verecekti.  Son anda geldiği için trenin hareket etmesini beklemeye gerek kalmamıştı. Yerine oturur oturmaz tren de istasyondan ayrılmıştı. Çekip gitmek, doğru bir karar mıydı bilmiyordu zaten son yıllarda neyin doğru olup olmadığını çok da kestiremiyordu. Yenildiğini, yanıldığını kendine itiraf ettiği o günden beri bu yolculuğu bekliyordu. Mutlu olmayı herkes gibi elbette o da istiyordu. Bunun için yapılması gerekenler konusunda isabetli kararlar almadığını, çok geçmeden anlamıştı.

 

         Hareket saati akşam olunca pencereden baksa da zifirî karanlıktan başka bir şey görünmüyordu. Tıpkı gönlündeki koyu karanlık da gece gibi ruhunu kaplamıştı. Küçücük bir umut ışığı olarak gördüğü bu yolculuğun sonunda onu nelerin beklediğini şimdilik düşünmek istemiyordu. Kalan son umut kırıntıları ile cesaretini toplayıp yollara düşmüştü işte. Yanına bir bavuldan başka bir şey almamıştı. Onu üzen, geride bıraktığı kurulu düzeni değil; hayatı boyunca ona yoldaşlık etmiş, sırlarını paylaştığı kitaplardan sadece birkaçını yanına alabilmiş olmasaydı.
          Her şey bu kadar belirsizken yolculuğa ev eşyalarını dâhil etmek, zaten saçma gelmişti. Üstelik eşyanın huzur vermediğini, insanların eşyaya kul köle olarak yaşadığını huzurdan mahrum olduğu yıllarda fazlasıyla öğrenmişti.  Şimdilik bir bavula sığacak kadar bir şeylere sahip olsun, sorun değildi. Her şeye sil baştan başlayacağı o kentte nasılsa ihtiyacı olan şeyleri bir süre sonra alabilirdi. Bundan sonra sahip olmak istediği şeyler, maddiyat değil kendine huzur verecek olan şeyler olmalıydı.
          Çok cesur biri olmadığı hâlde nasıl olmuş da şimdi tek başına yollara düşmüştü? Aslında bardak taşalı çok olmuştu ama o yine de gitmeyi değil kalmayı tercih edip her zaman yaptığı gibi suçu kendinde aramaya devam etmişti. Ta ki o büyük kavganın koptuğu güne kadar. Beklentileri yüksek biri hiç olmamıştı, herkes gibi rutin bir hayat yaşamak ona da uyuyordu. Sevdiği bir mesleği yapmak, onu fazlasıyla mutlu ediyordu. Sorun zaten para kazanmak veya başka insanlarla bir arada yaşamak değildi. Öteden beri hissettiği yalnızlığı, üstlendiği farklı roller, belli bir süreliğine unutturuyor olsa da gerçekten mutlu olmadığının çoktan beri farkındaydı.

          Toplumun çizdiği genel çerçeveye uygun hayatı, ona bir yük olmaya başlamıştı. Huzursuzluğun en büyük sebebi, aradığı samimiyeti çoğu defa bulamamış olmasaydı. En yakınım dedikleri bile kişisel çıkarlarını gözeten yabancılardan farklı şeyler hissettirmemişlerdi. Dünyaya geliş amacını, sadece birikim yapmak, eğlenmek, vakit geçirmek olduğunu gözlemlediği bu ortamda yaşamayı denemişti fakat istediği böyle bir hayat olmadığı için başkalarının gözünde başarısız olmuştu. Oysaki ona göre başarının, mutluluğun anlamı sadece kendisi için değil; başkaları için de yaşayabilmek olmalıydı.
           İşte o gün yaşanan kavganın nedeni de buydu. Hayat arkadaşı olarak seçtiği insanla hayat görüşleri, taban tabana zıttı. Sevgi bu zıtlıkları, ortadan kaldırmaya yetmemişti. Hayâller, beklentiler çok farklı olunca ortak paylaşılan çok bir şey de kalmamıştı. Aynı evde yaşamak, ikisi için de eziyete dönüşmüştü. Ne var ki ayrılmak için ikisi de bir adım atmayı düşünmeyip o kısır döngüde yıpranmayı tercih etmişlerdi. Sabrın da bittiği bir nokta var, kabullenmek istemesek de... Onlar için de aynı şey geçerliydi. Artık sabretmek, her ikisine de zor geldiği için en ufak kıvılcımlar bile koca bir yangına dönüşebiliyordu. Bu son kavga, yeni bir başlangıcın sebebi olmaya yetmişti.


         Bu gidiş, bir kaçış değildi. Ertelenen ama bir türlü hayata geçirilemeyen geç kalınmış bir karardı. Trenin karanlığı delen ışıkları gibi ruhumdaki karanlığı söküp atacak bu yolculuğa belki de gereğinden fazla anlam yüklemişti. Yeni bir hayata başlayacak kadar bir birikime sahipti. Ormanlarla kaplı o şehirde, kısa sürede bir ev edinip kalan ömrünü orada tamamlamak istiyordu. Sıkı bir dostluk kurduğu kitaplarını da  çok kısa bir sürede bu yeni şehre getirtecekti. Orada mesleği olan avukatlığı yapamazdı zaten uzun ve yorucu bir meslek hayatı olmuştu artık dinlenmeyi hak etmişti.  
          İnsanların birbirlerine yaptıkları haksızlıklara sayısız kere şahit olmuş biri olarak şuna karar vermişti: İnsan, aslında en büyük haksızlıkları kendine yapıyordu. Yaşamak istediklerini değil mecbur olduklarını tekrarlayarak yaşamak ise bu haksızlığın temel sebebiydi. Yolculuk boyunca birbirinden kopuk düşünceler, zihninden geçip durmuştu. Bazı şeyleri düşünmek istemese de insan, en çok da bu türden yok saydıklarını düşünüyordu. Tren son istasyona yaklaşırken bu son, onun için yeni bir başlangıç olacaktı. Vazgeçmeyecekti kendinden, zor olacaktı belki ama yeni bir hayat kurmayı deneyecekti. Onu istasyondan uzaklaştıran adımları, aynı zamanda onu yeni hayata biraz daha yaklaştırıyordu.  Geçmişi, her şeyi arkasında bırakarak istasyondan uzaklaştı. Şehri usul usul ıslatan yağmur, ona hoş geldin diyordu.
Arzu METLİ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

K'AYIP ETTİK - Bayram AKTAŞ yazdı.

İNSANLIK - BAYRAM AKTAŞ

AŞK-I HAYALİ